Doğa ve Hata - Farklılaşmanın Dili
Yürüyorum. Çevremde ağaçlar, çalılar, dikenler, çeşitli otlar. Hayvanlar da var herhalde ama pek gözükmüyorlar. Korkuyorlar. Nasıl korkmasınlar, en tehlikeli hayvan dolaşıyor. Muhtemelen aralardan gözlüyorlar beni, farkında değilim.
Bitkisi, hayvanıyla, gördüklerim
ve görmediklerimle, çevremdeki her şey canlı. Cansız bir platformun, inorganik bir
dünyanın üzerinde, ona sımsıkı sarılmış, tutunmuş, köklerini içine yerleştirmiş
canlı bir dünya. Cansızlıktan üremiş canlı bir dünya. Öyle diyor bilim
insanları.
Doğa diyorum bu canlı dünyaya,
kısacası canlılığa, bu farklı var oluş biçimine. İnsan da parçası bu canlılığın.
Belki biraz yolundan sapmış, felsefesine, ya da gizemine diyeyim, direnen, ters
giden bir parçası.
Ormanın içinde beni tamamen
kucaklamış ağaçlara bakıyorum. Her biri diğerinden farklı, iki ağaç bulamıyorum
birbirinin tıpkısı. Hepsi birer kopya, ama neyin kopyaları? O asıl ağaç yok kopyaları,
farklı versiyonları karşılaştıracağım. Sadece kopyalar var, birbirinden farklı
kopyalar.
Kopyalama üzerine kurulu bir süreç,
hatalı kopyalama. Farklılaşmanın özü. Daha doğrusunu üretmeye çalışıp
beceremediğinden değil, kopyalarken olan hata. İlahi ya da başka türlü bir amaç
yok ucunda, hedefinde yani. Ne mükemmel kabul edileni yeniden yaratmaya
çabalıyor, ne de mükemmele, daha iyiye ulaşmaya uğraşıyor. Tek yaptığı
kopyalamak, onu da hatasız beceremiyor.
Hata ve farklılaşma. Hata da,
eğer birileri bir öncekini doğru kabul ederse var. Yoksa hata da yok, sadece
ihtimaller var, koşulların belirlediği. Bir dal çeşitli şekillerde büyüyebilir,
çeşitli ihtimaller. Ama orada da hangi ihtimalin gerçekleşeceğini belirleyen faktörlerin
rastlantısallığı var. Tam kafanı topraktan çıkardın güneş nasıl, rüzgâr sert mi, yürüyüşçünün birinin 42 numara ayakkabısı altında mı
kalıyorsun, ya da karıncalar gelip kemirmeye mi başlıyor çıkarttığın ilk yapraklarını,
ya da enduro yarışı için açtıkları bir patikanın tam ortasında mı buluyorsun
kendini? Rastlantılar, bir kısmı hoş olmayan rastlantılar. Kopyalama nasıl
hatasız olsun bu koşullarda?
İnsan neresinde bu dünyanın,
doğanın bir parçası olarak. Bir kere muazzam derecede amaçsallık arayışında;
kendisini doğru biçimin, doğru olanın peşinde koşmaktan alamıyor. Hatayı,
ihtimali sevmiyor, rastlantıya bağımlılık acı veriyor. Öyle kurmuş dünyasını,
doğruyu öne çıkartan çeşitli ideolojileriyle.
Doğrunun peşinden koşmak iyi veya
kötü demiyorum, ikisi de olabilir, mesele insanın doğru olanı yapabileceğine,
bulabileceğine inanması; öyle bir takıntısı var. Doğanın değil, insanın. Evrim
böyle bir sistem veya mekanizma yaratamamış. Zaten diğeri, yani hata, aslında
çok daha kolay. Ama iki hata, veya üç, dört, her neyse bir doğru da etmiyor.
Öyle diyorlar. Gerçekten mi? Aslında ediyor. Tarih örnekleriyle dolu. İnsan
yaşamında üzerinden yeterli zaman geçince tüm hatalar doğru olabiliyor; unutuluyor,
göz yumuluyor, benimseniyor ve sonunda alkışlanıyor. Ama biz güya doğruyu yapıyoruz.
Kendimizi kandırmak en başarılı olduğumuz alan.
Elbette hata yapmayı yüceltemeyiz
insan toplumunda. Hiç olur mu öyle bir şey! Bir kere mantıklı değil. Doğruyu
yapmak olması gereken değil mi? Öyle öğretmiyorlar mı? Ama doğrunun doğru
olduğunu nasıl biliyoruz? Ya doğru doğru değilse. Hata kolay. Doğru olandan
sapan her şey sonuçta bir hata, eğer doğru varsa. Hatadan çok var. Bir tane
doğru varsa eğer, kalan her şey hata oluyor. Ama eğer çok olan hataysa, o zaman
bir şekilde hatayı, yani güya doğru kabul edilen şeyden sapan şey anlamında
farklılaşmayı, özgürce farklılaşmayı toplumda işlevsel hale getirmenin bir
yolunu bulmak gerekmiyor mu?
Uyumlu veya daha az çatışmalı
toplum ortaya çıkarmanın yolu hatayla sağlıklı bir ilişki oluşturmaktan geçiyor.
Doğru değil, hata öncelikli olmalı insan yaşamında. Doğrunun tahakkümünden,
diktatörlüğünden kurtulmak gerekiyor. Doğanın esası da aslında bu: Farklılaşma,
hatalı olanın, bir öncekinden veya diğerinden sapanın, farklılaşanın
benimsenmesi, ona yer açılması, kendi potansiyelini gerçekleştirmesi için serbest
kalması. Ve daha da güzeli: İlahi, mistik, spiritüel, mutlak, nispi veya her
neyse bir güce de ihtiyaç yok. Her şey kendiliğinden gerçekleşiyor. Çünkü
kendiliğinden olabilecek tek şey hata, farklılaşma. Ne yaparsan yap bir
öncekinden veya bir diğerinden farklı olanı yapacaksın, eğer birileri doğru
adını verdikleri bir şeyler dayatmıyorsa. Doğa da bu. Bize kalansa bunu
kucaklamanın yolunu öğrenmek. Doğa felsefesi yani. Doğacılık.
Timuçin Binder
Timuçin Binder
Yorumlar
Yorum Gönder